14 Ağustos 2014 Perşembe

“Ben Zalimler Çağında Yaşayan Bir Alçaktım”


Efendim, yaz ayının son günlerinden mütevellit insanın eli kolu eriyip gidecek zannına kapılıyoruz. Zira gerçekten de sıcak zamanlar geçiriyoruz, her anlamda. Seçimler bitti insanlar durgunlaştı da edebiyat olduğu yerde, kalbimizdeki mekanında taht kurmaya devam ediyor.
Ben de, mevsime uydum yine mevsim tadında kitap listemi aldım, oturdum yavaş yavaş okumaya. Kitap yazmanın yanı sıra, kitap okumak da bir sanattır efenim. Öyle her mevsim, her saat bir kitabı okuyamazsınız. Bunda yazarın mevsimlik duygularının esere yansıması da söz konusudur.
Polisiyeyi, bir zamanlar hatta geçen sene Ahmet Ümit imza gününe kadar sevmiyordum aslında. Herşey “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”ni okumamla başladı. Bir anda Ahmet Ümit kavramı bende farklı bir noktaya oturdu. Polisiyeyi edebiyattan saymayan, sanat değeri vermeyen insanlar çok. Bunun nedeni belki de polisiye filmlerin bir benzeridir aslında. Yani, hikayenin sonunu bilmek ikinci bir okuma isteyi uyandırmıyor. Ama size garantisini verebilirim ki, Ahmet Ümit romanları kitabı bitirdikten sonra bile uzun süre etkisinden kurtulamadığınız bir edebiyat. Bu konuda yine Ahmet Ümit Notos ekibiyle hazırladığı ‘Notos 46. Sayı Haziran-Temmuz’ sayısını bulursanız mutlaka inceleyin. Zira polisiyenin tarihi geçmişi hakkında daha çok bilgi edinebilir, bir çok polisiye kitap listesi yapabilirsiniz, ilginize sunulur. Neyse, genelden konuşmayı bırakıp özele yani, esere geçsek daha mantıklı olur zannımca.
Başlıktan anlayanlar olmuştur belki, ama ben yine de söyleyeyim eserin ismini ‘Patasana’. Gerçekten de hem polisiye romanı okuyayım, hem sanattan da ödün vermeyeyim, hem de ülkemin bir kısım tarihi dokusunu tanıyayım diyorsanız Ahmet Ümit’in ‘Patasana’ romanı bu konuda biçilmiş kaftan. Gelin isterseniz, kitabın arka kapağından yola çıkarak biraz bilgi vereyim size.


Arka Kapak
“Gaziantep yakınlarındaki antik Hitit kentinde bir kazı. Üç bin yıl önce yazılmış tabletler. Tabletlerin bulunmasıyla başlayan cinayetler. Yazman Patasana’nın itirafları. Parlak Güneydoğu güneşinin altında karanlık sırlar… Hititlerin tükenişi, Asurlular… Osmanlı’nın son dönemleri, Ermeniler… Günümüz Türkiyesi, Kürtler… Akan kardeş kanı… Bu toprakların değişmeyen yazgısı: Şiddet ve Aşk… Bu topraklardaki kanlı tarihe bir ağıt… Bu toprakların zengin kültürüne bir güzelleme…
Kitabın arka kapağında yazılanlara baktığınızda aslında sizin ait olduğunuzu düşündüğünüz ana başlıkları görebilirsiniz. Ama bu Patasana’yı kısıtlamak olur. Bir de yazarın bakış açısından bakarsanız esere, daha farklı yönler görürsünüz tabi. Grup başkanlığını yürüten arkeolog Esra’nın üzerinde büyük bir yük vardır. Hem üniversitesinin hem de Almanya Üniversitesi’yle ortak yürüttükleri ortak çalışma ona büyük bir sorumluluk yüklemektedir. İlk defa kazı başkanlığı yapması yetmezmiş gibi bir de halkın kafasını karıştıran seri üç cinayet halkın mevcut batıl inançlarını uyandırıyor. Hatta iş o raddeye geliyor ki, bu uyanış ekibe kadar uzanıyor.
Gaziantep kültürüyle ilgili ilginç bilgiler edineceğiniz bu kitap, her satrı tarih, edebiyat, sosyoloji ve coğrafya kokuyor. Bu kitabı bir polisiye romanı olarak elinize aldığınızda daha işin başında kitaba haksızlık etmiş olursunuz. Galiba, Ahmet Ümit romanlarının bu yönünü seviyorum. Yeni neslin, unutulmuş tarihine bir çok noktada ışık tutuyor. Bir gizem romanı olarak başlıyorsunuz ama bitirdiğinizde bir çok alanda donanmış olarak ayrılıyorsunuz kitaptan.
İsterseniz Patasana’nın kil tabletlerinden biraz alıntı yapalım, belki o zaman nasıl bir tarihi dokuya nüfus ettiğinizi anlarsınız:
“Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım. Tanrıların korkak haline getirdiği bir alçak. Alçakların en acınacak olanı, en tiksinti vereni. Yüreğini dalkavukluk, aklını düşmanlıkla besleyen sinsi bir saray yazmanı. Bedenine sinmiş soylu nefretini, görkemli giysilerin yüzündeki derin acıyı, tunçtan daha katı bir mutluluk maskesinin ardına gizleyerek Hatti kralının emrine koşan ikiyüzlü bir tören adamı.
Sevdiği kadın, aşkı uğruna ölürken, kralına bağlılığın vakarıyla ellerini göğsünde kavuşturarak sessiz kalmayı, aşkı için ölmenin yüceliği yerine, sarayın taş duvarlarında büyüyen kendi değersiz varlığının görkemli gölgesine sığınmaktan çekinmeyen, sefihlerin en rezili. Ben ölüler içinde yüzen, ben, tanrılar tarafından alnına, ‘Sonsuza kadar acılar içinde kıvranacaktır,’ yazılan Saray Başyazmanı Patasana.”
Bu kadar yazı, bu kadar anlatım bize yetmedi, biraz daha içerik derseniz o zaman bu sıcakta kitap aşkıyla gözünüzü kör edip, kitapçınızın yolunu tutacaksınız. Benim gördüklerimden, anladıklarımdan daha fazlasını edinip edebiyat hanenize bir ‘yapıldı’ işareti koyacaksınız.

Şimdilik bu kadar. Kitapla, edebiyatla ve huzurla kalın efendim.

2 yorum:

  1. ahmet ümit okumayı ben de çok seviyorum.
    istanbul hatırası ve sultanı öldürmek isimli kitaplarıyla çıtayı yükseltti. ondan sorna okuduklarım beni artık kesmiyor.
    sayın ümit, lütfen o ayarda olsun bundan sonraki yazılarınız :P

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de nedense aşık oluyorum Seyhan'cım Ahmet Ümit'in eserlerine... Sevmek istiyorsan küçücük bir ayrıntı bile yetiyor canım

      Sil