21 Ocak 2014 Salı

Tarihten arta kalanlar; 21.01...

Bu yazı dizime başlarken önemli ve ilk gayem hem geçmişimizi öğrenmemiz, hem de tarihin arka sayfasında tozlanmaya bırakılmış bilim adamları, sanatçılarımız, söz ustalarımız ve siyasilerimizin hakkında yaşananları gün yüzüne çıkarmak oldu.
Tarihin arka sayfalarını karıştırırken dikkatimi ilk çeken Besteci Udi Nevres Bey (Orhon) oldu. Hakkında belki de müzisyenlerimizin ve musikiyle ilgilenenlerden başka bilen kimse yoktur diye düşündüm. İsterseniz ut sanatçısının hayatından kesitlere bir göz atalım.
Udi 1873 yılında Malatya’nın Yeşilyurt kazasında doğdu. Babası fakir bir demirci idi. Nevres küçük yaşta iken babası İstanbul’a bir paşa konağında çalışmak için gitti. Babası gittikten kısa bir süre sonra Nevres’in annesi zatürreeden öldü. Yeşilyurt’a geri dönen babası İstanbul’a giderken Nevres’i de yanına almayı ihmal etmez. Bir süre sonra babası da ölen Nevres’in yetiştirilmesini eğitim ve öğretimini babasının yanında çalıştığı paşa üstlendi. Nevres ortaöğretimini tamamladıktan sonra Bab-ı Âli’de (Bâb-ı Âli ya da basitleştirilmiş şekli ile Babıali, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde Sadrazamlık binasına ve daha geniş anlamıyla da Osmanlı Hükümeti'ne verilen isimdi) memur olarak çalışmaya başladı ve Kadıköy’e yerleşti.
Bu dönemde İstanbul’da birçok musiki derneği ve dönemin zenginleri konak ve yalılarında ünlü müzisyenleri bir araya toplayarak fasıllar düzenlerdi. Nevres’in ûdî olarak ünü 1908 yılından önce yayılmış; zengin konaklarındaki fasıllara çağrılmaya başlanmıştı. Tanburî Cemil ile tanıştıktan sonra ünü daha da yaygınlaşmaya başlayan Nevres’in ilk davet edildiği fasıl, o dönemin zengin müzikseverlerinden Prens Sait Halim Paşa’nın yalısında yapılmıştı.
Günün koşullarına göre temiz ve çağdaş giyinmeye özen gösteren ûdî Nevres Bey; ciddi, disiplinli, gururlu, aşırı duygusal, içine kapanık ve sinirli bir insandı. Müzikle ilgili en küçük hataya bile tahammülü olmazmış. Bu nedenle kötü müziğe ve en küçük falsoya hemen tepki gösterirdi. Çünkü çok hassas bir kulağı ve üstün bir müzikalite anlayışı vardı. Bundan dolayı hiçbir zaman çalgısını para kazanmak için kullanmazdı. İstemediği yerde ve istemediği zamanda katiyen çalmaz, yoksulluk çekme pahasına da olsa yeteneksiz kişilere ders vermezdi.
Sürekli kendini geliştiren Nevres, Batı Müziği ile de ilgilenmiş Hamparsum (Ortaçağ Ermeni Kiliselerinde kullanılan Khaz Sistemine dayalı, genel "Hamparsum notası" olarak bilinen bir notasyon geliştirerek Klasik Türk Müziğinde kullanılmasını sağlamış; böylece Türk müziği eserlerinin kaydedilerek günümüze ulaşmalarında çok önemli bir rol oynamıştır) notasının yanında uluslar arası nota yazısını da mükemmel biçimde öğrenmişti. Öyle ki, bir bakışta seslendirme becerisi yanında duyduğu ezgiyi notaya aktarma konusunda en üst düzeye ulaşmıştı. Nevres’in o güne kadar udda yaptığı teknik yeniliklerin, bestelediği sazsemaileri ve aranağmelerin ancak müzik bilimini tam anlamıyla öğrenmiş, müzik alanında özgüveni oluşmuş bir kişinin yapabileceği işler olduğu için Ûdî Nevres’in müzik bilgisini anlamak zor değildir.
1908 yılında Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu’nda verilen tiyatro ve müzik gecesinde Nevres ilk defa halkın karşısına çıkmış, bu konserde çaldığı ud ve yaptığı taksimlerle halkın beğenisini kazanmıştı. 1914 yılında I. Dünya Savaşı başlamadan önce Almanya’ya plâk doldurmaya gitti. Burada armoni öğrenmeye başladı. 1923’ten sonra Cumhurbaşkanlığı Özel Kaleminde çalışmak üzere Atatürk tarafından Ankara’ya çağırıldı. O dönemin çorak Ankarası’na alışamayan Nevres yine Atatürk’ün izni ile İstanbul’a döndü. 1930 yılında verilen ilk Münir Nureddin Selçuk Konserine katıldı. 1934 yılında çıkan Soyadı Kanunundan sonra “ORHON” Soyadını aldı. 1936’dan sonra kurulan radyoda çalmaya başladı. Radyo yayınlarını sevmiyor, yayınları kalitesiz buluyordu. Bu nedenle hiç radyo dinlemezdi.
Hiç evlenmeyen Ûdî Nevres kalitesiz müzik yapan insanların ortamından uzak yaşama isteği yüzünden çok gezen biri olmuştur. Ramazanlarda Şehzadebaşı, yazın Fenerbahçe, Göksu, Kalender, Sarıyer ve Yakacık taraflarına gider kışın da Beyoğlu’nda gezintiye çıkardı. Esmer, zayıf yüzlü, açık yeşil gözlü bir insan olan Nevres, edebiyatla da yakından ilgilenmiştir. Para olmadan sadece zevk için poker oynamayı çok severdi. En büyük tutkusu ise Yakacık’ta bir ev sahibi olmaktı. Yakınlarına “zengin olsam buraya bir ev yaptırır burada otururum” derdi. Kendisine verilen görevi en iyi şekilde yapmaya çalışırdı. İşine geç gittiği hiç görülmemişti. Yaşamı boyunca en değerli eşyası udu idi. Kalabalıkta zarar verme korkusuyla toplu taşıma araçlarına uduyla binmez gideceği yere yayan giderdi.
1937 yılı Ûdî Nevres’in yaşamının noktalandığı yıl oldu. Gırtlak kanseri teşhisiyle yattığı Cerrahpaşa Hastanesinde kaldığı zaman kimse onu arayıp sormadı ve 22 Ocak 1937 tarihinde fakir ve kimsesiz bir ünlü olarak vefat etti. Cenazesi Yakacık mezarlığına üç beş kişi omuzlarında götürülerek karlı bir kış günü vasiyeti yerine getirildi. Ölümünden sonra kütüphanesi İstanbul Belediyesi Konservatuarı’na devredildi.
Belki, de hikayesini araştırırken benim de ara ara boğazıma düğümler takıldığı gibi sizler de hayal kırıklığına uğradınız. Zira böyle bir sanatkara yeterli değerin verilmemesi tarihimizde çok rastladığımız olaylardan biridir nitekim. Ne diyelim, umarım bu yazıdan sonra herhangi arama motoruna udinin ismini yazar, eserlerinden en azından birine kulak verirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder