Efendim, yaz ayının son
günlerinden mütevellit insanın eli kolu eriyip gidecek zannına kapılıyoruz.
Zira gerçekten de sıcak zamanlar geçiriyoruz, her anlamda. Seçimler bitti
insanlar durgunlaştı da edebiyat olduğu yerde, kalbimizdeki mekanında taht
kurmaya devam ediyor.
Ben de, mevsime uydum
yine mevsim tadında kitap listemi aldım, oturdum yavaş yavaş okumaya. Kitap
yazmanın yanı sıra, kitap okumak da bir sanattır efenim. Öyle her mevsim, her
saat bir kitabı okuyamazsınız. Bunda yazarın mevsimlik duygularının esere
yansıması da söz konusudur.
Polisiyeyi, bir
zamanlar hatta geçen sene Ahmet Ümit imza gününe kadar sevmiyordum aslında.
Herşey “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”ni okumamla başladı. Bir anda Ahmet Ümit
kavramı bende farklı bir noktaya oturdu. Polisiyeyi edebiyattan saymayan, sanat
değeri vermeyen insanlar çok. Bunun nedeni belki de polisiye filmlerin bir
benzeridir aslında. Yani, hikayenin sonunu bilmek ikinci bir okuma isteyi
uyandırmıyor. Ama size garantisini verebilirim ki, Ahmet Ümit romanları kitabı
bitirdikten sonra bile uzun süre etkisinden kurtulamadığınız bir edebiyat. Bu
konuda yine Ahmet Ümit Notos ekibiyle hazırladığı ‘Notos 46. Sayı
Haziran-Temmuz’ sayısını bulursanız mutlaka inceleyin. Zira polisiyenin tarihi
geçmişi hakkında daha çok bilgi edinebilir, bir çok polisiye kitap listesi
yapabilirsiniz, ilginize sunulur. Neyse, genelden konuşmayı bırakıp özele yani,
esere geçsek daha mantıklı olur zannımca.
Başlıktan anlayanlar
olmuştur belki, ama ben yine de söyleyeyim eserin ismini ‘Patasana’. Gerçekten
de hem polisiye romanı okuyayım, hem sanattan da ödün vermeyeyim, hem de
ülkemin bir kısım tarihi dokusunu tanıyayım diyorsanız Ahmet Ümit’in ‘Patasana’
romanı bu konuda biçilmiş kaftan. Gelin isterseniz, kitabın arka kapağından
yola çıkarak biraz bilgi vereyim size.
Arka Kapak
“Gaziantep
yakınlarındaki antik Hitit kentinde bir kazı. Üç bin yıl önce yazılmış
tabletler. Tabletlerin bulunmasıyla başlayan cinayetler. Yazman Patasana’nın
itirafları. Parlak Güneydoğu güneşinin altında karanlık sırlar… Hititlerin
tükenişi, Asurlular… Osmanlı’nın son dönemleri, Ermeniler… Günümüz Türkiyesi,
Kürtler… Akan kardeş kanı… Bu toprakların değişmeyen yazgısı: Şiddet ve Aşk… Bu
topraklardaki kanlı tarihe bir ağıt… Bu toprakların zengin kültürüne bir
güzelleme…
Kitabın arka kapağında
yazılanlara baktığınızda aslında sizin ait olduğunuzu düşündüğünüz ana
başlıkları görebilirsiniz. Ama bu Patasana’yı kısıtlamak olur. Bir de yazarın
bakış açısından bakarsanız esere, daha farklı yönler görürsünüz tabi. Grup
başkanlığını yürüten arkeolog Esra’nın üzerinde büyük bir yük vardır. Hem
üniversitesinin hem de Almanya Üniversitesi’yle ortak yürüttükleri ortak
çalışma ona büyük bir sorumluluk yüklemektedir. İlk defa kazı başkanlığı
yapması yetmezmiş gibi bir de halkın kafasını karıştıran seri üç cinayet halkın
mevcut batıl inançlarını uyandırıyor. Hatta iş o raddeye geliyor ki, bu uyanış
ekibe kadar uzanıyor.
Gaziantep kültürüyle
ilgili ilginç bilgiler edineceğiniz bu kitap, her satrı tarih, edebiyat,
sosyoloji ve coğrafya kokuyor. Bu kitabı bir polisiye romanı olarak elinize
aldığınızda daha işin başında kitaba haksızlık etmiş olursunuz. Galiba, Ahmet
Ümit romanlarının bu yönünü seviyorum. Yeni neslin, unutulmuş tarihine bir çok
noktada ışık tutuyor. Bir gizem romanı olarak başlıyorsunuz ama bitirdiğinizde
bir çok alanda donanmış olarak ayrılıyorsunuz kitaptan.
İsterseniz Patasana’nın
kil tabletlerinden biraz alıntı yapalım, belki o zaman nasıl bir tarihi dokuya
nüfus ettiğinizi anlarsınız:
“Ben zalimler çağında
yaşayan bir alçaktım. Tanrıların korkak haline getirdiği bir alçak. Alçakların
en acınacak olanı, en tiksinti vereni. Yüreğini dalkavukluk, aklını düşmanlıkla
besleyen sinsi bir saray yazmanı. Bedenine sinmiş soylu nefretini, görkemli
giysilerin yüzündeki derin acıyı, tunçtan daha katı bir mutluluk maskesinin
ardına gizleyerek Hatti kralının emrine koşan ikiyüzlü bir tören adamı.
Sevdiği kadın, aşkı
uğruna ölürken, kralına bağlılığın vakarıyla ellerini göğsünde kavuşturarak
sessiz kalmayı, aşkı için ölmenin yüceliği yerine, sarayın taş duvarlarında
büyüyen kendi değersiz varlığının görkemli gölgesine sığınmaktan çekinmeyen,
sefihlerin en rezili. Ben ölüler içinde yüzen, ben, tanrılar tarafından alnına,
‘Sonsuza kadar acılar içinde kıvranacaktır,’ yazılan Saray Başyazmanı Patasana.”
Bu kadar yazı, bu kadar
anlatım bize yetmedi, biraz daha içerik derseniz o zaman bu sıcakta kitap
aşkıyla gözünüzü kör edip, kitapçınızın yolunu tutacaksınız. Benim
gördüklerimden, anladıklarımdan daha fazlasını edinip edebiyat hanenize bir
‘yapıldı’ işareti koyacaksınız.
Şimdilik bu kadar.
Kitapla, edebiyatla ve huzurla kalın efendim.